13 Aralık 2018 Perşembe

Kurutulmuş Cennet Elması

Bir içe dönme, bir anne karnına çekilme, öze sığınma, sessizliği, şöminede yanan ateşi ve piyano tuşlarından ardı ardına uçan notaları dinleme, ayakları ısıtma, ellerden kitapları düşürmeme, düşleme ve iç çekme dönemi. Uzun esler, yavaş nefesler, kısa pes'ler, Yanni'den "Nightingale" gibi güzel sesler...
Aman kafiyesine de başlarım'lı yükselmeler, Sinatra'lı ne de olsa "I did it my way"ler...
Louis Vuitton giyip, Loise Armstrong dinlemeyi hak ediyorum.
Dior'la boyanıp Ayı dansı yapmak, sıcak şarabımla Champs-Elysee'de kahkaha atmak gibi aslında küçük ama dolara euroya vurunca büyük hayallerim var işte.
Kilisede evlenmedim ama heveslendim, Maximillian -Elmas'ın kocası, Alisia'nın babası- yürüttü beni kırmızı halıda. Belki de kızını öyle göremez diye düşündü Max, kanserin bir türüyle savaşıyordu. Toz mavi bir blazer ceket giymiş, mavi camlı gözlükler takmıştı. Benden çok belki de Maria -annesi- sevinmişti. Maria, Sophia Loren gibi kadındı, 80 yaşında demezdiniz, demezsiniz.
Lina şiirler okudu, Tilbe şarkılar söyledi.
Hıristiyanlıkla suçlanacağım! aklıma gelmezdi! Din birçok suça sebep olabilirdi ama bir sanat eseri gibi yaşamak onlardan biri olamazdı. Ritüelleri paylaşmak nasıl bir kötülüğe yol açabilirdi ki?!
Amsterdam'da Marijuana içmedim, hap atmadım, kocamı Red Light caddesindeki vitrinlerden topladım diye mi suçluydum mesela. Oysa Utrecht'teki en yakın arkadaşım, ruh kardeşim Maria ve annesi Maria'yı ziyaret etmek, restoranta çevrilmiş eski bir katedralde beyaz bira içmek ve kartpostal yazmak kadar güzel ne yaşamıştık ki?
Venedik Karnavalı'nda, herkesin kostümlerle maskelerle gezdiği, konser ve müzik gruplarıyla dolu masal gibi sokakların içindeyken kim becerebilirdi mutsuz olmayı ve etmeyi?
Roma'da Aldo'yla buluştuk, kahve içtik birlikte. Dede olmuştu ve emekli. Çok sıkılmıştı ve üzgündü İstanbul'u bırakmak zorunda olduğu için. Düşündüm, babam da emekli oldu doğum gününde bu yıl. Aynı hafta, doğum gününden beş gün sonra o lanet terör olayında yaralandığının, üç arkadaşını kaybettiğinin yıl dönümüydü ve kızını evlendirdiği, evladı gibi kanatlarının altına aldığı, oğlu bildiği damadının iftira ve ihanetleriyle tansiyonu dalgalanıyordu. Hak etmedi! Etmedik! Etmedim!
Ne karın ağrısı bir yıl olagelmişti bu yıl! Lina'nın da annesi melek olmuştu, Angelina...
Neyse ki ben yüksek lisans tezimi yazdım ve sekiz sene sonunda artık mezun oldum, ve hatta tüplü dalıştaki ikinci yıldızımı da aldım. Adrasan'da akıntı dalışı ve mağara dalışları olmak üzere unutamayacağım kadar heyecanlı iki dalış bile yaptım ve toplamda aşağı yukarı 80 dalışım oldu. 100 olunca kutlamak gerekiyormuş!
Özge'yle 2016 yılbaşında Paris'e uçuşumuzu hatırlıyorum da dört saat rötarlı uçmuştuk ve otele vardığımızda yeni yılın 10 dakika içindeydik bile. Erotik shopların olduğu caddesi Piegel'in insan kaynıyordu. Asılmak, taciz yok! Herkes kendi kendine eğleniyor, içiyor, dans ediyor,şarkı söylüyor, bağırıyor, kahkaha atıyordu. Moulin Rouge nar içi elmas taneleri gibi parlıyordu! Uçakta bize fazladan ikram edilen La Duree makaronları ısırdık, yuttuk, uyuduk. Paris bize iyi geliyordu.
İşte ben müzelerini, sanat galerilerini, resim sergilerini, caz resitallerinin inlettiği Pantheon'ları, çimlerine uzanacağım şehir parklarını, göllerinde mağaralarında kano yapacağım sahil kentlerini adaları seviyorum.
Bunları sevmeyen insanları anlamıyorum, anlamıyorum diye değil, bunları sevdiğimi anlamadıkları için beni sevmeyenleri hayatımda istemiyorum.
Tante Rosa'yı anlayan bir genç! kadın olarak -ki sırt ağrıları bel cızlamaları başlamış ama yine de dinç kalmak için yogaya eğilmiş bir 30'luk kıtır çıtır olarak-, "bu modeller böyle" diyen dedemin ne demek istediğini artık daha net anlayan torunu olarak, eşek hoşaftan da hoş laftan da anlamazmış, bunu gören bilen bizzat tecrübe eden olarak ne diyebilirim ki.
Ben ki Kurtlarla Koşan Kadınlar'ı okumaya anlamaya çalışıyorum, elimden dilimden geldiğince yazmaya çalışıyorum, hiç adetim değildiyse de sarmalar sarıp dolmalar doldurduydum da yedirdiydim nankör ele, sakilik de ettim hancılık da kervanına, atılmış bırakılmış kadınlar dolu kervanına biraz kadın kıymet bilirliği getirdiydim de faidesi dokunmadı, anlaşılamadı, kadri bilinmedi, makus talihlerine benim talihimi katıp karıştırdı öyle olduklarının bile ayırdında olmayan biçare şeytanlar.
Annem saçlarımın son zamanlarda çok azaldığını söyledi. Ev Kalben'in şarkısındaki gibi "her yerde saçlar var" halinde, Allah kötü hastalıktan korusun. Ben oturur, o ayakta vaziyette, başımı karnına bastırdı okşadı, "sen doğarken yalnız sen ve ben vardık" dedi. Tırnağını, ellerini, damarlarını gösterip "sen benim buyumsun, buyum ve buyumsun; kimse benden daha çok üzülemez." dedi sessiz birkaç tek damla gözyaşıyla.
Düşündüm. Ben yağmurdan sonra salyangozları ezmeye korkarım, karıncalar yol yapınca basmaya korkarım, eve giren örümceği sağ salim dışarı yollarım; ama artık hakkımı yiyene kıyamadığım ve kırarsam diye hassas davrandığım vakitleri geride bıraktım. Ben de insanım!
Şimdi ben diyemiyorum limonlu keke, parlak ledlere, renklerin enerjisine inanıyorum diye. Nasıl diyim? Diyemiyorum ki spiritüellik 7/24 mutluluk demek değildir. Bunu bile diyemiyorum kırarım, yanlış anlaşılırım, yahut hiç anlaşılmam diye. Ama en çok korktuklarımı yazmam gerekirmiş. Yazıyorum ben de. Gerçi bir dilim limonlu kek hiç de fena olmazdı!
Bu yüzden ledlerle donattım odamı, yoga matımı serdim, okuma koltuğuma şal attım yanına okumakta olduğum kitapları dizdim sehpa üzerinde, açtım klimayı 28 dereceye, -ben zaten televizyon izlemem pek- yaktım vanilya aromalı mumu, örttüm ayak bileklerimi, oh mis gibi! Bir yudum tarçın çayı, bir sayfa Tante Rosa; bir yudum sade Türk kahvesi bir sayfa Lolita...
Montenegro'ya, Malta'ya uçak biletleri...
Bir sahne Avrupa Yakası...
Amatör denizcilik...
Bir tur koş...
100 ip...
Duş...




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Tuza banıldığı sanılmış ekmek

Adil dövüşmeyenle savaşmak Ona beyaz bayrak sallamak Teslim olmak mı? Yapamam. Kılıcımı daha sağlam tutmak için Bir göğsümü feda etmem gerek...