26 Aralık 2018 Çarşamba

Su

Evden çıkarken dolapta et mi tavuk mu -donduğundan- ayırt edemediğim bir kase yemek vardı
Aldım indim aşağı bahçenin dışına, duvarın kenarına yerleştirdim sokaktaki kediler köpekler için
Gideceğim yere giderken bir güzel koku
Allahım bazı kokular burnumun içinde genzimin gerisinde niçin kalmıyordu
Biraz daha uzun hissedebilmek için kokusunu hızlı hızlı nefes alıp vermeye başladım ama
Böyle de tüketiverdim kokuyu sanırım
Hep böyle oluyordu, bir akşam sefasını, hanımelini, yasemini, bir de dedemle pazardan aldığımız vanilyalı gofretin kokusunu tutabilmek isterdim
Düşünmeden ve aslında düşüncesizce hızlıca solumaya başlıyorum
ve bu iştahımla kokuyu, anıyı, hissi sanki daha hızlı kaybediyorum
Aaa ayağımın etrafında gezinen bu sarı beyaz pofidik kedi hangi evden kaçtı acaba
Epey de kirli, ama pek mırnav bir şey bu
Kucakladım, yün hırkam ve kucağımda ısındı herhalde, hiç mızıkçılık yapmadı
Bir elin parmaklarından fazla sokak geçtik beraber
Evin önüne gelince yemek kabının önünde indirdim onu yere
Miyav miyav konuştuk biraz sonra o yemeğe ben eve
Kendime de yemek yaptım, yedim, kuzenim tatlı getirdi
Kakao almak için onunla çıktım evden
Apartmanın önünde kim bekliyordu beni dersiniz?
Bahçeye girmiş de kapıda beni bekliyormuş!
Dolandı ayaklarıma, diz çöktüm dizlerime tırmandı
Konuştuk biraz daha birlikte markete gittik
Market çıkışında bir arkadaş buldu ve ben eve yalnız geldim.
Şimdi aşağı inip bakmak istiyorum ama cesaretim yok
Aşağıda değildir artık değil mi?
Zaten ağzı da et kokuyordu!

24 Aralık 2018 Pazartesi

Kakaolu Hindistan Cevizli Yulaf Ezmeli Haşlanmış Hurma Tatlısı

Long walks
Mountain silhouttes
Breeze shivering palm trees
Sun rays just like the rays underwater electrifying
Steps
Short frequent steps
and clouds covering mountain tops
Fishing men fishing women fishing people
Never fishing people again
Wanna fish fishes
Sand, and pebbles
Kids chuckling and giggling
Women having picnic
Dust on the seaside
Shimmering waves, so shimmering, glittering, shining
Breathing soft, slow, calm and fulfilling
Remembering the past
Dreaming the future
Living the moment
Having it to the deep and to the top
And into all my veins
Miraculous
I love it
Bird
Birds
Dogs
Cats around
And turtles
Fallen leaves
It's the end of autumn
Winter's here
December ends
Chrismas bell ringing
And a new year is coming
Soon.

22 Aralık 2018 Cumartesi

Mozaik Pasta Sevenler Derneği Üyesi

İstanbul'a ilk gittiğimde Creme Brulee yiyebilmek için uzun antrenmanlar yapardım
Üzerinde esmer şeker ateşle karamelize edilmiş o toprak kaselerde servis edilen 200küsur kalorilik tatlı
Ah öyle tat alıyordum hayattan
Bir de saçlarımı ördürmekten keyif alıyordum
Sıçan deliği diye tarif ettiğim dairemi şimdi nasıl da özlüyorum ve rüyamda geri dönmeye söz veriyorum
Meğer orada çok şeyim kalmış, anılarım, eşyalarım, geçmişe ait sesim, tenimi nefesim...
Ne çok toksik yaşanmışlık...aslında...
SÜrekli detoks yapmam bundandı belki de
ve ben deliceisne bundan besleniyordum
Kayboluyor, yenileniyor, unutuluyor ve ilerliyor, bir sonraki episoda geçilebiliyordu
İsimleri koluma dövdürmedim ama unutmadım da
Yer isimleri, kitap, film, cadde, sokak, bar, pet ve insan isimleri...
Sanatçılar...
Gezginler...
Çok tanıştım.
Kadın erkek...
Tarçınlı havuçlu kek, brownili fransız çikolata, yağmur, çamurlu kar, ikea yıldızlı led ışıklar...
Yeni birini tanımadığım günü yaşanmış saymayan ben,
Şimdi denize yakın, insana uzağım.
Yaklaştıkça güvenim kayboluyor ve güvenmeye ihtiyaç duyuyorum şu sıralar
Güvenmeme gerek olmadan, tekrar incinmeden devam edebilmem için bekliyorum
Aslında umrumda değil
İşte hiçbir şey hissetmeme hastalığına yakalanmış olabilirim
Sinir uçlarım uyuşmuş olabilir
Parmaklarıma değdiğinde biri anlamam gerek ama ya dokunan ya dokunma biçimi doğru değil ya da bende yolunda gitmeyen bir şeyler var, ya da, ya da içimde olduğundan haberim olmadığı halde acıyan yerlerimin bile bitmesinden bu duymazlık.
Ya da sevemiyor muyum acaba artık?!
Bu çok fena olur!
Buna inanmak istemiyorum.
İnsan sevemezse...
Yok düşünmeyeceğim.
Belki de sadece uykum gelmiş, yorulmuşumdur.
Taş taşımışımdır!
Yolu yarılamış ve kazanacağımı sandıklarım yüzünden sahip olduklarımla sahip olabileceğim ömür parçasının bir kısmını kaybetmiş olabileceğim distopik düşüncesine kapılmışımdır bilinçli bilinçsiz.
Belki de nasıl olsun ağzımızın tadı yerinde olsun yeter diyebilmek için yirmi hurma haşlayıp, bu kadar tatlılık çok biraz da gerçek olsun acısın diyerek kakaoyla yoğurmuş, yumuşatıp kabul etmek için de hindistan ceviziyle karmışımdır.
Creme Brulee başka bir şey hurma hamuru başka.
İkisi de o değil.

15 Aralık 2018 Cumartesi

Gün kurusu

Something's got a hold on me yeah!
Şimdi Etta James söylerken bunu ben nasıl inkar edeyim aşkı
da çok da inanasım yok şu ara
Sonra kara oğlana dediğim geldi aklıma o gün batımında
"Aşk benim, istediğimi sevebilirim,
Ben zaten akan, çağlayan şelale gibi aşkın kaynağıyım
Kime bir tas, bir yudum sunayım diye bakıyorum
Değecek ve müteşekkir alabilecek yürek olsun yeter!"

İster istemez anamın nenemin anaların nenelerin çektikleri geliyor aklıma
Kanırttığımın  "This is a man's world" dünyasında
Sonra anlıyorum Nina Simone neden siyah ırkın savunucusu
bir de kadın lideri oldu elinde olmadan, ister istemez, düşünmeden
O şanlı, şöhretli sevilirken ölen kadın, konserleri sonrası nasıl öfke nöbetlerinde...
Kadını anlayamazsınız ki uğraşmayın da biz sizi anlıyor muyuz sanki?!
Anladığım şey anlayış!
Anlamasa bile nezaketen geri çekiliş!
Yok, yapamıyorsa yok oluş!
Al Green de soruyor bilmeden şimdi
"How can you mend a broken heart?"
Yok yolu.
Kıymeti de yok.
Bi kalp bende mi?
Öyle diyen de yok.
Kırıla yapıla bir kuşa benzedi zaten.
Bir kuş benim kalbim.
Öyle bir kuş ki
Nilgün Marmara'nın sevdiğinin yoluna koyduktan sonra intihar ettiğinden.
Sevgi Soysal'ın "porselen dükkanına filler girdi" dediğinden.
Yine şükür,
İnancım var.

14 Aralık 2018 Cuma

Pembe Çekirdeksiz Üzüm ve Glicine

"Ada vapuru yandan çarklı
Bayraklar donanmış caf caflı
Simitçi, kahveci, gazozcu
Şinanay da yavrum şina şinanay
Şinay da şinanay hopa şinanay"

diye yuvarlanıp giderken vapur Ada'ya yanaştı
İndik apar topar, bir yandan da acele yok
Sakin, minimal adımlarla gezmeye başladık sokaklarını

Herkes elinden geldiğince yerleşti
Bavulunu boşaltıp soyunup dökündü
Bir ılık duş, bir dilim limonlu kek
Bir şey eksikti, bir şey eksikti

"Evreka!" dedi.

Öyle gökten elma filan düşmedi
Hamam tası yüzmedi
Olanı hatırladı,
Şu an olmadığını hatırladı
Önceden olup da şimdi olmayanı
Oldurmak istedi.

Bir şaşkın gülüş kondurdu dudağının kenarına
Başladı mırıldanmaya
"Heaven, I'm in heaven
And the cares that hung around me through the week
Seem to vanish like a gambler's lucky streak
When we're out together dancing cheek to cheek"

Müzik eksikti!

***

Caz!

Ella Fitzgerald, Sarah Vaughan, Duke Ellington
Nina Simone, Louis Armstrong
Etta James, Ray Charles, Miles Davis
Diana Krall, Frank Sinatra, Count Basie
Billie Holiday, Charlie Parker ve Chet Baker...

"Cheek to Cheek" ("Yanak Yanağa" diye çevirmekte bir mahsur görmüyorum) inanılmaz neşeli, hareketli ve sevgi dolu bir şarkı! 1935'te Top Hat filmi için Irving Berlin yazmış ve Fred Astaire ile Ginger Rogers okumuşlar. Aynı yıl, yılın şarkısı seçilmiş! Birçok caz artist albümlerinde bu parçaya yer vermiş, ancak en popüleri 1956 yılında Ella Fitzgerald ve Louis Armstrong tarafından seslendirilmiş olan versiyonu gibi görünüyor. 2014'te Andrea Bennett ve Lady Gaga da düet yapmışlar ve nefis bir versiyon daha sunmuşlar bize.

Cazın doğduğu toprakları ve çevreleri hatırlarsak şimdi konumlanmış olduğu yerin, baştakinden ne denli farklı olduğunu görürüz. 20. yy.'ın başlarında New Orleans'taki Afro-Amerikalı toplulukların Blues ve Ragtime'dan Caz'ı türettiğini söylemek mümkün. Bando enstrümanlarıyla ve doğaçlamalarla harmanlanmış çok sesli ve çok ritimli bir müzik olan Caz, Amerika'nın klasik müziği sayılıyor ve artık günümüzde geleneksel ve yerel tonlardan arınmış biçimde karşımıza belli bir kesime hitap eden elit bir müzik türü olarak çıkıyor (ki Caz müzisyenlerinin de dinleyenlerinin de şıklığına dahi pek dikkat ettiği gözden kaçmıyor).

Elbette savaş sonrası Caz birçok türe sahip oluyor, tabi her birini ve aslında özünde Caz'ı bile tanımlamak pek kolay olmadığından Caz müzisyenleri buna pek yanaşmıyor, fakat önde gelen isimlerden olan Duke Ellington "It's all music." ("Hepsi müzik.") diyerek bu tartışmaya sade ve tatlı (limonlu kek gibi) bir açıklama getirmiş oluyor.

Bestenin sözlerine dönecek olursak Irving, dağa tırmanmak, balığa çıkmak gibi zevklerinin de ötesindeki o büyük mutluluğunun sevdiğiyle yanak yanağa dans etmek olduğunu boşuna yazmamış sanıyorum.

Ya benim tutkularımın ötesindeki mutluluğum ne acaba?

***

diye düşündü, karşıdaki bağdan birkaç salkım üzüm kopardı, Ada'daki evine geri döndü. Hava da hafif serinlemişti zaten, kargaların bile ağaçlara sığınmasından belliydi, yağmur yağacaktı. Yağmurda ne iyi giderdi Ella. Yaktı mumlarını, çekti bacaklarına battaniyesini, bir üzüm, bir yudum Glicine, bir üzüm, bir yudum Glicine, bir üzüm...

13 Aralık 2018 Perşembe

Kurutulmuş Cennet Elması

Bir içe dönme, bir anne karnına çekilme, öze sığınma, sessizliği, şöminede yanan ateşi ve piyano tuşlarından ardı ardına uçan notaları dinleme, ayakları ısıtma, ellerden kitapları düşürmeme, düşleme ve iç çekme dönemi. Uzun esler, yavaş nefesler, kısa pes'ler, Yanni'den "Nightingale" gibi güzel sesler...
Aman kafiyesine de başlarım'lı yükselmeler, Sinatra'lı ne de olsa "I did it my way"ler...
Louis Vuitton giyip, Loise Armstrong dinlemeyi hak ediyorum.
Dior'la boyanıp Ayı dansı yapmak, sıcak şarabımla Champs-Elysee'de kahkaha atmak gibi aslında küçük ama dolara euroya vurunca büyük hayallerim var işte.
Kilisede evlenmedim ama heveslendim, Maximillian -Elmas'ın kocası, Alisia'nın babası- yürüttü beni kırmızı halıda. Belki de kızını öyle göremez diye düşündü Max, kanserin bir türüyle savaşıyordu. Toz mavi bir blazer ceket giymiş, mavi camlı gözlükler takmıştı. Benden çok belki de Maria -annesi- sevinmişti. Maria, Sophia Loren gibi kadındı, 80 yaşında demezdiniz, demezsiniz.
Lina şiirler okudu, Tilbe şarkılar söyledi.
Hıristiyanlıkla suçlanacağım! aklıma gelmezdi! Din birçok suça sebep olabilirdi ama bir sanat eseri gibi yaşamak onlardan biri olamazdı. Ritüelleri paylaşmak nasıl bir kötülüğe yol açabilirdi ki?!
Amsterdam'da Marijuana içmedim, hap atmadım, kocamı Red Light caddesindeki vitrinlerden topladım diye mi suçluydum mesela. Oysa Utrecht'teki en yakın arkadaşım, ruh kardeşim Maria ve annesi Maria'yı ziyaret etmek, restoranta çevrilmiş eski bir katedralde beyaz bira içmek ve kartpostal yazmak kadar güzel ne yaşamıştık ki?
Venedik Karnavalı'nda, herkesin kostümlerle maskelerle gezdiği, konser ve müzik gruplarıyla dolu masal gibi sokakların içindeyken kim becerebilirdi mutsuz olmayı ve etmeyi?
Roma'da Aldo'yla buluştuk, kahve içtik birlikte. Dede olmuştu ve emekli. Çok sıkılmıştı ve üzgündü İstanbul'u bırakmak zorunda olduğu için. Düşündüm, babam da emekli oldu doğum gününde bu yıl. Aynı hafta, doğum gününden beş gün sonra o lanet terör olayında yaralandığının, üç arkadaşını kaybettiğinin yıl dönümüydü ve kızını evlendirdiği, evladı gibi kanatlarının altına aldığı, oğlu bildiği damadının iftira ve ihanetleriyle tansiyonu dalgalanıyordu. Hak etmedi! Etmedik! Etmedim!
Ne karın ağrısı bir yıl olagelmişti bu yıl! Lina'nın da annesi melek olmuştu, Angelina...
Neyse ki ben yüksek lisans tezimi yazdım ve sekiz sene sonunda artık mezun oldum, ve hatta tüplü dalıştaki ikinci yıldızımı da aldım. Adrasan'da akıntı dalışı ve mağara dalışları olmak üzere unutamayacağım kadar heyecanlı iki dalış bile yaptım ve toplamda aşağı yukarı 80 dalışım oldu. 100 olunca kutlamak gerekiyormuş!
Özge'yle 2016 yılbaşında Paris'e uçuşumuzu hatırlıyorum da dört saat rötarlı uçmuştuk ve otele vardığımızda yeni yılın 10 dakika içindeydik bile. Erotik shopların olduğu caddesi Piegel'in insan kaynıyordu. Asılmak, taciz yok! Herkes kendi kendine eğleniyor, içiyor, dans ediyor,şarkı söylüyor, bağırıyor, kahkaha atıyordu. Moulin Rouge nar içi elmas taneleri gibi parlıyordu! Uçakta bize fazladan ikram edilen La Duree makaronları ısırdık, yuttuk, uyuduk. Paris bize iyi geliyordu.
İşte ben müzelerini, sanat galerilerini, resim sergilerini, caz resitallerinin inlettiği Pantheon'ları, çimlerine uzanacağım şehir parklarını, göllerinde mağaralarında kano yapacağım sahil kentlerini adaları seviyorum.
Bunları sevmeyen insanları anlamıyorum, anlamıyorum diye değil, bunları sevdiğimi anlamadıkları için beni sevmeyenleri hayatımda istemiyorum.
Tante Rosa'yı anlayan bir genç! kadın olarak -ki sırt ağrıları bel cızlamaları başlamış ama yine de dinç kalmak için yogaya eğilmiş bir 30'luk kıtır çıtır olarak-, "bu modeller böyle" diyen dedemin ne demek istediğini artık daha net anlayan torunu olarak, eşek hoşaftan da hoş laftan da anlamazmış, bunu gören bilen bizzat tecrübe eden olarak ne diyebilirim ki.
Ben ki Kurtlarla Koşan Kadınlar'ı okumaya anlamaya çalışıyorum, elimden dilimden geldiğince yazmaya çalışıyorum, hiç adetim değildiyse de sarmalar sarıp dolmalar doldurduydum da yedirdiydim nankör ele, sakilik de ettim hancılık da kervanına, atılmış bırakılmış kadınlar dolu kervanına biraz kadın kıymet bilirliği getirdiydim de faidesi dokunmadı, anlaşılamadı, kadri bilinmedi, makus talihlerine benim talihimi katıp karıştırdı öyle olduklarının bile ayırdında olmayan biçare şeytanlar.
Annem saçlarımın son zamanlarda çok azaldığını söyledi. Ev Kalben'in şarkısındaki gibi "her yerde saçlar var" halinde, Allah kötü hastalıktan korusun. Ben oturur, o ayakta vaziyette, başımı karnına bastırdı okşadı, "sen doğarken yalnız sen ve ben vardık" dedi. Tırnağını, ellerini, damarlarını gösterip "sen benim buyumsun, buyum ve buyumsun; kimse benden daha çok üzülemez." dedi sessiz birkaç tek damla gözyaşıyla.
Düşündüm. Ben yağmurdan sonra salyangozları ezmeye korkarım, karıncalar yol yapınca basmaya korkarım, eve giren örümceği sağ salim dışarı yollarım; ama artık hakkımı yiyene kıyamadığım ve kırarsam diye hassas davrandığım vakitleri geride bıraktım. Ben de insanım!
Şimdi ben diyemiyorum limonlu keke, parlak ledlere, renklerin enerjisine inanıyorum diye. Nasıl diyim? Diyemiyorum ki spiritüellik 7/24 mutluluk demek değildir. Bunu bile diyemiyorum kırarım, yanlış anlaşılırım, yahut hiç anlaşılmam diye. Ama en çok korktuklarımı yazmam gerekirmiş. Yazıyorum ben de. Gerçi bir dilim limonlu kek hiç de fena olmazdı!
Bu yüzden ledlerle donattım odamı, yoga matımı serdim, okuma koltuğuma şal attım yanına okumakta olduğum kitapları dizdim sehpa üzerinde, açtım klimayı 28 dereceye, -ben zaten televizyon izlemem pek- yaktım vanilya aromalı mumu, örttüm ayak bileklerimi, oh mis gibi! Bir yudum tarçın çayı, bir sayfa Tante Rosa; bir yudum sade Türk kahvesi bir sayfa Lolita...
Montenegro'ya, Malta'ya uçak biletleri...
Bir sahne Avrupa Yakası...
Amatör denizcilik...
Bir tur koş...
100 ip...
Duş...




10 Aralık 2018 Pazartesi

Nazilli İnciri

incir çekirdeğini doldurmayacak mevzular
bi bakmışsın o incir çekirdeklerinden yüzlerce var
incir ne kaybeder balından, hiç!
O çekirdeklerle bi de çıtır çıtır olur lezzeti oh!

Tuza banıldığı sanılmış ekmek

Adil dövüşmeyenle savaşmak Ona beyaz bayrak sallamak Teslim olmak mı? Yapamam. Kılıcımı daha sağlam tutmak için Bir göğsümü feda etmem gerek...