Neden sonra fark ettim ki kariyerimi üzerine inşa ettiğim alfabeli, sözcüklü, sözlüklü dil, kendimi ifadeye yetmiyor, ihtiyacımı tam karşılamıyordu. Sezgimle, güdümle -insan da hayvan-, her türlü dürtümle, kadim ve genetik kodlarımın yansımalarıyla içerden patlamalı doluluğumu yalnızca yazmak da soğutmuyordu. Bana başka bir dil lazımdı. Zihnimdeki sicmik ve ritmik kompleks yapının hereketli, canlı, gerçek, organik, (genuine) orijinal, özgün, akışkan ve hiç bitmeyecek bir başka dile ihtiyacı vardı. Tüm bilgileri hafızasında taşıyan, hem arkeik hem de dönüşebilen tek gerçek anı depom ve ruh evim olan bedenimle etkileşebilecek, tüm duyuları ve katmanlı zihni fiziksel, kimyasal olduğu kadar duygusal ve ruhsal -hem bilimsel hem de mistik- olarak kapsayacak yeni bir dil.
Oysa performans sanatı ben doğmadan doğmuştu bile. Erişmem zaman aldı.
Göstergebilim, deyişbilim, performans sanatı dizilimi ne tesadüftü.
Şimdi bana bedenim, bir mesele, bir mekan, bir zaman dilimi ve izleyici lazımdı. Bir de boşluklar bıraktım mı tamamdı. Gerisi, olacaklardı, her ne olacaksa...
Deney.
Bedenimi değilse de duygularımı ve ruhumu denedim, zorladım ben hep.
Coğrafyam ve cinsiyetimin kader çizgimi bold yapmasına naif ve nazik başkaldırılarla doluydu aksiyonlarım.
Sürdürebiliyorken neden buradan bir seri çıkmasındı?
Mihri Hatun'un gazeli gibi içimde birikeni atayım...
"Bed-dua etmezem amma ki Huda'dan dilerim
Bir senin gibi cefakara hevadar olasın"
Bir de "hem dertsizliğin hem mutsuzluğun dolaştığı kış gecesi soba kokulu sokakları" daha umut vaad etsin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder