28 Eylül 2019 Cumartesi

Kokteyl

"Bildiğim tek bir şey var
Hiçbir şey bilmediğim" diye savunur Sokrates, der Platon.
Şüphe ederim her şeyden ve her gerçekten bırakın doğrularımızı
Derime işlettim yirmi dört yaşındayken
"hayal gücümün yettiği her şey gerçek olabilir"
Oysa aklımın yüzde bilmem kaççığını kullanabiliyormuşum..
Nasıl şüpheci olmam...!
Scepticism...
Şüphecilik.
Tek doğruculuk, doğruculuk, gerçekçicilik,...
Kime göre neye göre...
Hayatlar,görgüler, bilgiler, algılar...
Etik bile bölünmüş bin parçaya,
Nasıl tanımlar konur, başlıklar atılır, isimler atfedilir ve tarifler genelgeçer sayılır?!
Mümkün değil!
Derken bile acaba mümkün olabilir mi diyen ben için zor, çok zor yargı.
Bu denli geniş pencere ve kapsamlı kabul, kadı kızında bile olmaz.
Kadıda hiç...
Günümüz kadısı?
Nooo...
Üzgünüm göz yumayım, uyuyayım...
Bir süre sonra gerçek aşka uyanmak üzere.

27 Eylül 2019 Cuma

Sweet Melon

Dudağımı değirdim kadehin kenarına
Islattım bir nebze ve bıraktım kadehi masaya
Dudak izimden üç damla süzüldü kadehin dibine
Her biri birbirini izleye izleye
İç çektim biricik olan şu ana bakıp
Her bir an birbirini kovalayıp yok olmaya var olurken hızı saçlarımı uçurdu zamanın
Yalnızca bir defaya mahsus yaşanan an gitti
Bakakaldım,
Yalnızca bir kez burada bu anda bu kimselerle bu halde olan ben'e...
Çok mu incitilmiştim, çok mu incinmiştim de seslilere sessiz kalmaya devam ederken, sessizlere ses çıkarır olmuş, güç dengemi bulmaya çaresizce adanmış, acziyetime ve niyetime kendi kendime gülecek kadar kötü olmuştum. Kötülüğü bunca ağartılmış beyaz çamaşırlar arasında sağaltılmış benliğimde cımbızla çekip döver olmuştum.
Derste öğretmene ödevi hatırlatan öğrenci gibi herkesin bilip sustuğu tembelliği özümün yüzüne işaret parmağımı sallaya sallaya vurur olmuştum. Güya kendimi seviyormuşum.
Çırılçıplak soyunup ayak tırnağımdan saç ucuma kadar her bir noktamı okşama sevme zamanı... Olur öyle, insanlık hali, sen böyle olsun istemezdin, kader! deyip başımı okşama, kendime sarılma zamanı...

12 Eylül 2019 Perşembe

Domates Biber

Zihnimizin dilimizi şekillendirdiği kadar dilimiz de zihnimizi şekillendiriyor.
Ne yersek o isek bedensel olarak, ne dersek de o oluyoruz (zihinsel ve ruhsal olarak)
Bir öğretmenim "korksan da korkmuyormuş gibi yap, kimse aradaki farkı anlamaz" demişti
Şimdi ben de ekliyorum"... ve sen de gerçekten korkmamaya başlarsın."
Tabi dilde doğruluk, şiddetsizlik olmalı yoganın ana şartlarından..
Satya ve Ahimsa.
Peki ama dil bu kadarla bitmiyor.
Nezaket, düşüncelilik, çok yönlülük, empati de içermeli
Söylediklerini kime nasıl nerede ve ne zaman söylediğin sözcüklerin anlamını değiştiriverir.
Geri bildirim iyi niyetli olabilir, ancak bire bir, öz, sebepli, amaçlı ve katkısız olmalıdır
Aksi halde kötü niyetli sezilebilir.
Öğrettiklerini, savunduklarını yapmak gerekir
Zira çocuklar ebeveynlerinin öğretmenlerinin dediklerinden ziyade yaptıklarını örnek alır
Her insan çocuktur.
Para insanı bozabilir, çok para daha çok bozabilir
Kazandıkça ihtiyaçların değil isteklerin artar
Ego varlığını sürdürmelidir elbette ince bir zar halinde kalkan olarak
Ne zaman sarıp sarmalanırsın egoyla işte o zaman görüntün, hükümdarlığın pek elzem olur ve kıskançlığın baş gösterir veya artıverir
Her şeye kolay sahip olmuş olmak domine etme hissiyatıyla illüzyon yaratabildiği gibi
Kendinde asla fark edemeyeceğin huysuz ve bencil bir doyumsuzluğa da yol açabilir.
Bu şımarıklığa hiç tahammülüm yok.
Kendinden başkalarıyla nasıl konuşacağını bilmemek karakter özelliği olamaz,
Olsa olsa direnç olur.
Öğrenmeye karşı bir direnç.
Yazımı okuduktan sonra IQ'nuz yükselecek diyen yogi de aynı tasın çorbası.
Ölçmüş gibi...
Akademiye gülen resmiyetsizlik ve samimiyetsizlikte boğulan o kimseleri düşünüyorum da, bilimsel mutluluk kaynağı sevişmeye hayır deyip nefsini terbiye ettiğini sanırken büyük paralarla iş yapıp tropik seyahatlerde coşan nefsin terbiyesiyle kim ilgileniyor.
Normalde öyle esnektir ki aklım ruhum ve dilim. İlişmem, sayarım, kendime bakarım.
Ama kendinden başkasına "anlamasan da oku, beyninde bir şeyler değişecek" diyen had bilmez bir kimsenin ilahlaştırılarak kitlelerce takibi korkunç.
Ama o da haklı dedirtiyor çünkü. Tepki vermek yerine imza isteyenlerle çevrili.
İnsanlar sanal ve sahte bir mutluluk giyinip ne zaman kadar üşümez...
Deneysellik doğamızda o ayrı
Kaç ten zuhur edecek etine ve kaçında aşkı deneyimleyeceksin?
Kaçına müsamaha gösterecek, kaçında mütevazı olacaksın?
Kaçına yenilecek, kaç kez itileceksin?
Genç bedenin derinin altında enjekte edilen ilaçlarla böyle kalmaya devam eder gibi görünecek,
Ruhunun içine hangi ilaç diriliği tazeliği tezahür ettirecek?
Ve ne zaman teyakkuza geçecek ayacaksın?
Aklından geçirdiğin imajlara, renklere, şekillere, görüntülere ve tabi dile, sözcüklere, cümlelere dikkat et.
Oluverir.
Cuz it's just my imagination.

8 Eylül 2019 Pazar

Mürver Çiçeği Şerbeti


Kadife taç yapraklarının yörüngesinde yavruağzı begonvilin, adeta saniyede bilmem kaç kez kanat çırpan sinek kuşu hevesiyle havada asılı kalışımın neticesini yaşıyorum. Biraz kızıyorum kendime, biraz da gurur duyuyorum sevebilişimin sonsuzluğu ve kuvvetiyle. Sonra adam bana "seni kendimden daha çok seviyorum" diyor, aklıma Samantha'nın "I love you but I love me more" deyişi geliyor. Kendi kendime ya ne dediğini bilmiyor ya da gerçekse onun kadar çok ve onun gibi nazik sevilir miyim başka acaba diye geçiriyorum içimden. Konu gerçekliğe gelince ise algım ve sorgulayışlarımın bir sonucu olarak düşünüyorum da büyük ihtimalle salt gerçekliğin bir simülasyonu içinde devinirken biz, sevdiklerimizi, gidenleri(!) her bir simülasyon kesişiminde yeniden yaşıyor ve elimizdekileri de bir başka simülasyon evrenine kaptırıveriyoruz...
Unutmamanın, unutamamanın, hafızanın bu denli net oluşunu başka türlü açıklayamıyorum. Hafızanın nasıl oyunbaz ve başına buyruk olduğunu bilmezmişim gibi hatırladıklarıma yaslanıyor, bir kadeh şarabıma dert anlatırken buluyorum kendimi. Sözsüz bir dertleşme bu. Koklayarak, tadarak... Alkolün temizlediği dili damağı dudağı hissederek... Bu hayranlığın altında yatan 21 yaş tazeliği (acemiliği/toyluğu) ve korkusuzluğu, kendini ateşe gözü açık atmanın cüretkarlığı, bile bile ladesliği, teslimiyeti, kabullenişi, gecelerce dökülen gözyaşına ve çalışan zihin makinesi duyarlığı görüp sesimi çıkarmıyorum. Merak ediyorum. Sonra adama dönüp kaburgasına yaslıyorum başımı, biraz yükselip göğüs kafesinden kalp atışına kulak dayıyorum. Su üstüne çıkmaya çalışan nefes balonlarına dokunduğumda da beliren o "o hayatta" düşüncesine filtresiz bir açıklık ve kabulle bırakıveriyorum kanatlarımı kollarımı. Kırarsa onun bileceği iş. Ben hazırım.

Tuza banıldığı sanılmış ekmek

Adil dövüşmeyenle savaşmak Ona beyaz bayrak sallamak Teslim olmak mı? Yapamam. Kılıcımı daha sağlam tutmak için Bir göğsümü feda etmem gerek...