Şehirler arası otobüs yolculukları beni hep hüzünlendirir. Yıldızların göründüğü karanlık tepeler arası yollardan geçecek olmak ve nostaljik, retrospektif, dejavu dolu anmalar...
Birinde içimden uzaktaki şehre bakıp "bu ışıklardan biri sensin ama kim bilir hangindesin" diye, diğerinde gözlerim kurbağa olana kadar muavinin getirdiği peçetelere ağladığım terk edilişimi kutlayışıma hayretler içinde, bir başkasında da ülkeden çıkınca uzaklara gidince kendimden de uzaklaşıyorum sanıp nereye gidersem kendimi de götürdüğümü anlayarak...
Bir defasında bir petekler dolusu bal çocukluk arkadaşımın devrilen otobüste bulutların üstüne çıkışı ve bir seferinde de - ki en eskilerindendir otobüs ile ilgili anılarımın- komşumuz Münevver teyzenin torunu Dilek ablanın içinde olduğu otobüs yanmıştı, tam da Candan Erçetin'in "ölümden başkası yalan" şarkısı çıktığı sıralardı, onu öne katlandığı için karnında içerde kalan ve dolayısıyla yanmamış olan kazak parçasından tanımışlardı... Melek Dilek... Annesinin evinde kaza olduğu anda yerdeki fayanslar patlamış demişlerdi...
Benim için otobüs yolculuğu bu kadar karanlık değil elbette; kitap okuduğum, günce yazdığım, çılgıncasına müzik dinlediğim ve kendime ayırdığım bir zaman dilimi otobüs yolculuğu...
Bir de beni uğurlayan da çok önemli. Gidişimi tılsımlı ve her gidişimi dönüşlü yapan o/onlar...
Fantastik yaklaşımlarımla epeski bir sevgiliden beni gece yarısı otobüsüne uğurlamasını istemiştim ve çığırtkanlık yapılmamasını duyurup duran otogarda alıvermişti çantamı elimden, bir 15 dakika sarılakalmıştık. Allah Allah...
Şimdi bu sevgilileri düşününce kim neyi hak etti neye layıktı da şehirler arası otobüs yolculuklarıma dahil ettim anlayamıyorum da...
Bir de Bozcaada'ya doğru olan otobüs yolculukları var, sakız kokusunu duyunca insan geliveriyor kendine. Bir fermente üzüme, rakılı mezeye, kum dipli berrak denize kapılıveriyor ve her yolculuk gibi bu da Ayetel Kürsi ile başlıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder