12 Aralık 2016 Pazartesi

Lemonade & Cupcake

So we meet again my heartache (Melody Gardot)

I'm your lemonade you're my cupcake

Let's walk together forever hand in hand

Never let go of my hand for God's sake.

(Sometimes even bla bla bla means and feels something.)

(Bla bla bla responsibly.)

8 Aralık 2016 Perşembe

Kavacık Şarabı& Sicilya Parmesanı

Babamın Kavacık'tan aldığı ev yapımı, mükemmel, ağzımı tatlandıran, bağrımı yakıp geçen şarap ve Lina'nın Sicilya'dan getirdiği hakiki parmesan bir araya geldi, yanında Affection dinleniyor Cigarettes After Sex'ten.

Eskileri ayıklıyorum bazamdan ve dolaplarımdan. Eskileri, eski sevgililerinkileri, giyilmeyenleri, yepyeni askıda yaşanmışlık yüklenmeyi bekleyenleri... Şallar, bereler, kazaklar, elbiseler... Atmaya kıyamadıklarım, yüzüne bakmadıklarım... Sadeleşiyim diyorum olmuyor. Pek çoğundan ayrılamıyorum. Zaten kıyafetlerimi aşkla seçerim. Hele bir de nerede kimle ne zaman giydiğim ve üzerlerine yüklenen anıların cazibesi beni baştan çıkarır, veremem kimselere. "Ben bu yüzden hiç kimseden gidemem gitmem..."

Zaten bu yaşımdaki deneyimim onu gösteriyor ki iki insan aynı anda sevilebilir. Sweet Sixteen sevgilimin 28 yaşını doldurmuş hali hala bana aşkla baksa da bir sevgilisi var ve ayrılmıyor. Ferzan Özpetek de aynını demişti kitabında, annesi söylemişti ona da "Bir insan aynı anda iki kişiyi sevebilir..." Aşka inanan birinin buna inanması neden zordu bilemiyordum. Aşk gizemli ırmağında yıkanmaktan başka niyet ettiğim bir şey de yok gibi. Lakin tüm bunlara rağmen monogami insanıyım. Biri varken başkasına meyledemiyorum, aksi beni yaralıyor. Yine lakin, sevgilim meyledince aynı hakkı kendimde de görüyor - ezeli eşitlikçi var oluşum- kasıklarım ve kalp kafesimden yayılan manyetik auraya çekiveriyorum bir başkasını. Her neyse.

Serbestelektron... Dostum... Yakınlarda bir yerlerde olsa, bu yazımı görse eminim bana ufacık da olsa bir yanıt verirdi. Aşk tanımının seneler içinde değişip değişmediğini, tecrübelerini, kitaplarını, filmlerini, şarkılarını katıp kararak tarif ederdi.

Ölüm. Ölümün diriliği, yaşayan ve sonsuz yaşayacak olan bir gerçeklik olması... İşte bu her şeyi değiştiriyordu. Her şeye karşı olan tutumumu. Bir süre sonra buraya dönmemecesine gitmiş olacak olmam, o vakitten sonra elimden dilimden bir şey gelemeyecek olması beni şimdiye odaklanmaya ve gönlüm arzuladığınca - Özge'nin deyişiyle "primitively"- yaşamaya davet ediyor. İlkel arzular... Yalnızca erotik çağrışımlar uyandırmayan, satır aralarında en ücra duyguları bile taşıyan geniş mi geniş bir yelpaze... Esintisinde renkler, sesler, dokular, tatlar, hatıralar ve hatıralar yaratma arzusu... En azından hayatıma giren her insan yeryüzünden silinene kadar onlarla yaşayacak izlerimin oluruna ve hatrına duygular bırakmak isteğim ve yaptığım bu. Kendiliğinden olan. Çünkü ben buyum. Böyle yaşıyorum. Unutulmamak için değil de... Dokunduklarımın hiç dokunmamışım gibi yaşamaları gönlümü üzerdi yine de. Neyse ki niceleri nasıl benim içimde yaşıyorsa ben de onlar ölene dek bedenlerinden, zihinlerinden ve yüreklerinden çıkmıycam.

Bir parça parmesan, bir yudum bilmediğim birinin ayaklarının lezzetiyle tatlanmış şarabım...

Mona Lisa bardak altlığı... Yüzüm de içim de Mona Lisa.

Birkaç sayfa Seden'in doğum günü hediyesi, hayatının kitabı olan "Güneş Çavması-I"... Handanlık hallerim...

Kurumuş kahve telvesi fincanda...

Aşk.

Tuza banıldığı sanılmış ekmek

Adil dövüşmeyenle savaşmak Ona beyaz bayrak sallamak Teslim olmak mı? Yapamam. Kılıcımı daha sağlam tutmak için Bir göğsümü feda etmem gerek...